Büyük güçler, büyük oyunlarını tarihten bu yana hep hassas noktalarda ve zamanlarda yapmışlardır. Hassas noktada yapmışlardır; örneğin çocuklar ve anneler üzerinden yapmışlardır. Hassas zamanda yapmışlardır; hangi mazlumsa zalimin hedefi o mazlumun kutsal zamanında yapmışlardır.

Büyük güçler hassas noktalarda ve zamanlarda sadece Müslümanların değil yeryüzünde zulme maruz kalan tüm mazlumların, ezilmişlerin ve kimsesizlerin yüreğinde yaktıkları ateşi bazen harlandırıyor bezen de kor halinde üstünü örtüverip bırakıyor söndürmeden. Harlanınca o ateş, yürek yakıp feryat figan oluyor ve duyuyoruz o sesleri, yanıyor yüreklerimiz çocuk yüreklerle birlikte. İşte bu büyük oyunun alevlerini gördüğümüzde kimimiz yanıyoruz pervane gibi kimimiz alevi görüp kaçıyoruz kimimiz beni yakmıyor diyerek köşede bekliyoruz. Tam da büyük güçlerin büyük oyunlarını istediği gibi oynamasına fırsat veriyor, insanlığı bu şekilde dize getirmesine araç oluyoruz farkında olmazsak da.

Nasıl mı?

Büyük güçler, alevi kısarak her şeyi normalleştiriyor, hiçbir şey olmamış gibi ardımıza bakmadan ayrılıp gidiyoruz o yüreklerin yanından. Ama unutuyoruz o alevlerin ateşini. Çünkü o ateş halen duruyor orada ve yüreklere verdiği acı aynen devam ediyor. Ama ateşle harlanan duygularımız, tepkilerimiz alevle birlikte sönüp gidiyor. Her yerde her zaman aynı oyunu oynuyor büyük güçler büyük oyunları ile.

Dil, Din, ırk, mekân ayırımı olmaksızın oynanıyor bu oyun ve bütün insanlık sadece izleyici oluyor Filistin’de olduğu gibi her zaman ve mekânda.

Ne yapmalı?

Bunun cevabı; 1959 yılının Haziran’ında Che Guevara (Filistin’deki adı ile Cifara), Gazze’yi ziyaret ederken: “Kaybetmekten korkma. Kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin." Sözünde saklıdır.

Bunun cevabı; Merhum Erbakan’ın “ebabil kuşları çok beklendi ama gelmedi, gelse de kimin başına taş yağdıracağı…” ifadesinde saklıdır.

Olmuyor, dua ile de olmuyor. Sıcak yatağımızda, koltuğumuzda ettiğimiz dua ile de olmuyor. Malcom X’in dediği gibi “hareketsiz dua” ile de hiç mi hiç olmuyor düşüncesinde saklıdır cevap. 

Din, dil, ırk ayırımı gözetilmeden ve adaletle hükmedilen bir dünya düzeni için mücadele veren büyük komutan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin düşüncesindedir cevap.  

Peki, nasıl yapmalı?

Harekete geçmeli hemen.

Ama bu hareket önce içte olmalı. Yüreklerimizi sorgulayarak başlamalı bu hareket. Samimiyetimizi sorgulayarak başlamalı bu hareket. Dünü, bugünü ve yarını bir arada düşünerek başlamalı bu hareket.

Büyük güçlerin büyük oyunlarına göre şekillenmemeli bu hareket. Onlar; harlandırsa da ateşi kıssa da; yüreklerimiz hep o ateşi hissetmeli ve yüreklerimiz yanan yüreklerle hareket edebilmeli.

Mazlum, çocuk, anne yüreklerini hiç unutmamalı. Başımıza gökten ne yağarsa yağsın karşımızda kim durursa dursun fark etmemeli. Önümüzde yere düşen bir yürek varsa el atabilmeli ona. Yürek kıpırdarsa hiç bir oyun kurucu yerinde rahat duramaz. Sosyolog Ali Şeriati’nin dediği gibi ”rahatta olanların rahatı bozulduğunda” o kimseler kolay kolay oyun kuramayacaktır.

İşte yürekle başlamalı bu işe. Mazlumun, çocuğun, anne yüreklerinin sembolü olan Mescidi Aksa için ve tabi din dil ırk ayırmadan bütün bir insanlık için anahtar yüreklerimizde.

Önce yüreklerimizdeki Mescidi Aksa’yı ibadet edebilecek hale getirmemiz lazım. Çünkü oyun kurucular büyük tahribatı orada yapmışlardır. Eğer yüreklerimiz, derinliklerde saklı olan mazluma ve kardeşe sahip olma duygusunu derinden hisseder ve yüzeye çıkarırsa o zaman işler değişir. Çözüm bir bir gözlerimizin önüne gelir diye düşünüyorum.

Ütopik miyim?

Evet, ütopiğim.

Çünkü büyük bir iştir yürekleri hareket geçirmek ama imkânsız değildir.

Yeryüzü ve gökyüzü bir bütün olarak yüreklerde saklıdır. İnsani olan da şeytani olan da yüreklerde saklıdır: Kim hangisini yüzeye çıkarmayı başarırsa o tarafa meylediyor demektir.

İşte bu yüzden bazı şeyleri yüreklerde halledebilmeli insan, sesiz ve ısrarla.

Başta Filistinli kardeşlerimiz olmak üzere yeryüzündeki bütün mazlumların en büyük ihtiyacı bizim onların acılarını yüreklerimizde hissedebilmemizdir. Bu hissi yaşadığımız anda; zalimlerin tahtı sallanıyor demektir.

Ebabil kuşları uçmuş, dualara hareket katılmış ve rahatı yerinde olanların rahatı bozulmuş, kaybetmenin vazgeçmekten geçtiği hatırlanmış demektir.

O zaman değil Mescidi Aksa’ya, bir mazlumun yanına bile bir zalim yaklaşamayacaktır. Çocuklar ölmeyecek, anneler feryat etmeyecek, babalar çaresiz bırakılmayacaktır…